Naked (1993) – Mike Leigh
Trendlerdeki Yazı

Naked(1993)-Mike Leigh

0

Film izlenildikten sonra okunmalıdır!

Mike Leigh’in sinematografisinde önemli bir yer tutan Naked; gerek karakterlerin inşası gerek konu aldığı konunun dünya düzenine, tüketime, insan zihnine, buyruklara , buyuranların ve buna tabi olanların resmine uzaktan bir bakış sanılmasına rağmen; filmin seyirciyi içine çekerek sorgulamaya korktuğumuz şeylerin ama izledikçe de diyalogların peşinde sürüklenirken kendi içsel okumalarımızı da yaparak; her şeye ve hiçbir şeye daha yakından bir bakış imkanı yaratan nevi şahsına münhasır filmlerdendir. Filmin başlangıcı ana karakter Johnny’nin bir kadınla yaşadığı birliktelik ve kadına aşağılayıcı ve zorbaca yaptığı hareketler sonunda kadının tehdidi ve Johnny’nin ise Londra’ya kaçışıyla başlar. Johnny; filmin kalanında kadınlara karşı olan bu sert tutumlarını devam ettirecektir. Onun bu davranışları, insanlığın tiksindirici yüzünü onlara yeniden göstermek, bunu cinsel olarak etkileşime girdiği her an sanki bir anlatıyı performansa dönüştürmek için kasıtlı yaptığı şeyler bütünüdür.

Cinsellik, insanın “id” denilen ilkel güdülerinin kendini en belli ettiği performans biçimlerindendir. Bu sebeple Johnny eylemi gerçekleştirirken aslında neyi ego ve süper ego ile örtbas etmeye çalıştığımızı bizlere göstermek ister. Sürekli kadınları aşağılayan onları ya bir beden satıcısı ya bir ruh teslimiyetçisi ya da bir modern köle olarak görürken yine de hep o aşağıladığı kadınlarda bulur yolun sonunu. Bu da bize eleştirdiği şeyin asıl tüketicisinin o olduğuna işaret eder.

image 9

Londra

Johnny’in Londra’ya kaçışı sonrası kendisini eski kız arkadaşı olan Louise’in, başka kişilerle de paylaşımlı olarak kullandığı evinin önünde bulur. Louise işte olduğu için onu kapının önünde gören ev arkadaşı Sophie’dir. Johnny onu etkisi altına alarak evin kapılarını açtırır, eski kız arkadaşının ona bir iyilik ve içtenlikle verdiği adresi, ona karşı bir aşağılama aracı olarak kullanmaya başlaması bu şekilde gerçekleşmiştir. Louise eve geldiğinde her zaman olduğu gibi aşağılayıcı tutumlarda bulunur. Ev arkadaşı olan Sophie, tıpkı onun gibi işsizdir, içlerinde o an tek çalışan Louise’dir ve tam da bununla onu yaralamaya başlar. Ona sürekli olarak acınası halde olduğunu, tüketen toplumun çarklarından biri haline geldiğini, özgür olmak için Londra’ya geldiğini ama tersine kendini esarete teslim ettiğini, Nietzsche’nin köle ahlakı dediğimiz şeyin ta kendisini ima etmiş olur. Oysa kendisinin bir işi, yeri yurdu, ailesi olmadığı için özgür olanın kendisi olduğunu ima eder. Dediği her şeye, yaptıklarına rağmen Louise ona karşı olan merhamet duygusunu film boyunca yitirmeyecektir. Johnny’yi bunları yapmaya iten şey tam olarak budur. Louise, Johnny ne derse ne yaparsa yapsın asla Johnny gibi olamayacaktır. Belki de ilişkilerinin bitmesi olarak kendisinin kaçışını değil, Louise’in onunla gelmemesini sebep gösteriyordur. Johnny burada, sadece Louise’e değil bütün insanlığa haykırır durumdadır.

Hristiyanlığın doğuşundan bugüne kadar geldiği ve kendini konumlandırdığı yerde köle ahlakının her zaman olduğunu, temelde dinin kendini iyi hissettirerek uzun süren bir uyuşukluk haliyle özgür olmanın itaat ve kölelikten geçtiğini vurgulamak ister. Museviliğin ve Hristiyanlığın en önemli unsurlarından biri olan sürekli çalışma, ve bu çalışma neticesinde yaptığın şeyin seni manen huzura erdireceği düşüncesi, günümüzde tüketici toplumu, bu toplumun direklerini yine o toplumun fertlerinin doğurması gibi pek çok konuyu irdelememizi bu vurguyla sağlar.

image 7

Böyle Buyurdu Johnny

Her şeyi ve herkesi eleştiren Johnny; hiçbir yere kök salmak istemez, onun için bütün dünya bir evdir. Bu evde istediği zaman istediği şekilde hüküm sürebileceğini düşünür. Hayat, önünden geçip gitmek üzerinedir. Bu görüş bizlere Nietzsche’nin ‘Böyle Buyurdu Zerdüşt’ kitabını hatırlatır. Hiç kimseyle bağ kuramayan ana karakterimizin eylemlerinden biri de onların hayatına bir parazit gibi dahil olup, adeta bir Tanrı havasıyla, konuştuğu kişi karşısında her zaman her şeyi bilen bir tutumda olarak , onlara bildikleri inandıkları şeylerin yalan olduğuna ispatlamaya çalışarak- bunu da ya kutsal kitaplardan ya da tarihten örnekler vererek- başlangıçta zor durumda olan, yardıma muhtaç olanın o gibi göründüğünü ama aslında kendisinin hepsinden daha özgür olduğunu söyler. Diyalogda olduklarının ise acı içerisinde bundan habersiz yüzdüklerini suratlarına karşı haykırmaktır.

Ev içinde bunun Louise ve Sophie’ye karşı yaptıktan sonra avare avare dolaşırken ve bir kapının eşiğinde kitap okurken tanıştığı güvenlik görevlisiyle yaptığı konuşmada bu eylemin en güzel örneklerinden birine şahit oluruz. Güvenlik görevlisi olan Brian; Johnny’e acıma ve hoşgörü hisleri içinde ona bir yardım eli uzatmak ister. Ama bunu yaparken konuşmasını ve davranışlarını ilgi çekici ve onu dinleyebileceğini, kendisini içinde bulunduğu yalnızlıktan kurtarabileceğini düşündüğü Johnny’ye hayatını, hayallerini, düşüncelerini de açmaktan, bunları paylaşmaktan geri durmaz. Johnny içinse bu bulunmaz bir nimettir. Güvenlik görevlisi Tanrı inancı olan, geleceğe merak duyan, şimdinin ne olduğunu kaçıran birisidir Johnny’ye göre. Brian ona işini anlatır, mesai saatlerini, sınırlarını, özgürlük alanlarını söyler. Bu sınırlara, kapıdan içeri girdiği için Johnny’nin de uymak zorunda olduğunu belirtir. Brian’ın mesleğindeki sınırlar, kurallar aslında Johnny’nin hayatı boyunca reddettiği her şeydir. Johnny, film boyunca sürekli olarak ahlakı, ölümü, yaşamı, bütün değerlerin ne kadar gereksiz ve üzerine sadece gülünesi dalga geçilesi şeyler olduğunu her fırsatta dile getirir. Brian ise hem felsefi hem psikolojik hem de yaşamsal fonksiyon olarak bütünüyle bu değer yargılarının pençesindedir. Brian bunların hepsini kabul etmiş ve onları olduğu gibi hayatına yedirerek, kendi oluşturduğu zaman boşluklarında varlığının farkına vardığını, onu tamamlamaya çalıştığını düşünür. İşi Johnny’ye göre İngiltere’nin en sıkıcı işidir. Kendini bomboş bir binada neyi koruduğunu bilmeden prosedürel kontrollerini yapan, bir boşluğu denetleyen kişi aslında bilinen bir duruma benzemektedir. İşini yapmasa, o sırada Johnny’yle ilgilense bile gözetlendiği hissi yaşayan, Johnny’ye burada olduğunu kimse bilmemeli diyerek, yaptığı iyiliğin bile, aslında sanki kötülük, bir kural ihlali bir yanlışlık gibi algılanmasından korkmaktadır. Brian, mesleği ve mesleğini icra ettiği yer işte tam da bu sebeple insan, dünya ve din üçlüsünü akıllara getirir. Brian’ın işini anlatışı kendini tanımlayışı, kısacası ağzından çıkan her şey, Tanrı inancı olan bir dine mensup olan herkesin hayatının ufak bir akış kesiti gibidir. Johnny ise Brian’ın kendi hür iradesiyle beslediği onu zihninin içine davet edip barındırdığı bir şeytan gibidir. Bu noktada Nietzsche’nin üst-insan felsefesiyle ilgili şu sözlerini hatırlayalım: “İddia ederim ki benim üst-insan dediğime siz şeytan diyeceksiniz.’’ Evet, tam da bu sebeple film boyunca benim fikrime göre Johnny Nietzsche’nin üst-insan yaratımının karşılığıdır. Johnny, insanlığın yegane amacıdır ve kendi kendini doğurmuştur. Filmde bununla ilgili bulduğum diyalogda şöyle der: ‘’-Hiçbir ceset gördün mü? +Sadece kendiminkini.’’ Johnny, bir zamanlar bir yerlerde köklerine bağlıyken -Manchester mesela- daha sonra o köklerden kopmuş, sürüklenmiş ve sürüklenirken yeniden filizlenmiş, kurumuş olan dallarını atmış ve kendini yeni bir form olan üst-insan formuna sokmuştur.

Jeremy ve Johnny

Film akışı boyunca başında ortasında ve sonunda Johnny’nin kara bir yansımasına denk geliriz. Jeremy; Johnny’nin bir ikizi gibidir. Farklı ve benzer birçok yanları bulunan bu ikili film boyunca bizlere, düşünce ve bedenin savaşını verir gibidir. Düşünce, fikir ve her şeyin ötesini görmekle ilgilenen Johnny’nin aksine Jeremy; gücü ve hayattaki amacın bedeni üzerinden yani madde üzerinden bir güç temsili olduğunu düşünür. O yüzden kadınlara olan davranışları Johnny’ninkinden daha sadistçe ve daha bencilcedir. Evin kadınları Johnny’yi sanki daha önce hep tanıyormuş gibi; yaptığı kötülüklerde, davranışlarındaki fevriliklerde hep bağışlayıcı olup, Johnny düştüğünde onu kaldırırken Jeremy’den de aynı ölçüde korkmaktadır. Johnny çünkü insanlığın aşmış bir hali, aslında ne olmak istediğimizin bir tanıtım filmi gibidir. Ona ulaşmaya çalışırız, onu temsil eden karakter olan Johnny’nin aşırılıklarına anlayışla yaklaşırız. Tıpkı Sophie’nin Johnny’yle bir seksi esnasında onun hırpalayışlarına karşı “Seni anlıyorum, Johnny.’’ demesi gibi. Jeremy ise bu iki kadının temsiliyle insanların, dönüşmekten korktukları şeye karşı ev içinde bir birlik olma durumu söz konusudur. Nietzsche’nin efendi-köle ahlakında değindiği gibi, köleler hep birliktelik içinde bir komün sistemi dahilinde hareket ederken, efendiler daha tekil olur.

Film akışı boyunca başında ortasında ve sonunda Johnny’nin kara bir yansımasına denk geliriz. Jeremy; Johnny’nin bir ikizi gibidir. Farklı ve benzer birçok yanları bulunan bu ikili film boyunca bizlere, düşünce ve bedenin savaşını verir gibidir. Düşünce, fikir ve her şeyin ötesini görmekle ilgilenen Johnny’nin aksine Jeremy; gücü ve hayattaki amacın bedeni üzerinden yani madde üzerinden bir güç temsili olduğunu düşünür. O yüzden kadınlara olan davranışları Johnny’ninkinden daha sadistçe ve daha bencilcedir. Evin kadınları Johnny’yi sanki daha önce hep tanıyormuş gibi; yaptığı kötülüklerde, davranışlarındaki fevriliklerde hep bağışlayıcı olup, Johnny düştüğünde onu kaldırırken Jeremy’den de aynı ölçüde korkmaktadır. Johnny çünkü insanlığın aşmış bir hali, aslında ne olmak istediğimizin bir tanıtım filmi gibidir. Ona ulaşmaya çalışırız, onu temsil eden karakter olan Johnny’nin aşırılıklarına anlayışla yaklaşırız. Tıpkı Sophie’nin Johnny’yle bir seksi esnasında onun hırpalayışlarına karşı “Seni anlıyorum, Johnny.’’ demesi gibi. Jeremy ise bu iki kadının temsiliyle insanların, dönüşmekten korktukları şeye karşı ev içinde bir birlik olma durumu söz konusudur. Nietzsche’nin efendi-köle ahlakında değindiği gibi, köleler hep birliktelik içinde bir komün sistemi dahilinde hareket ederken, efendiler daha tekil olur.

image 10

Filmin sonunda ise; Louise, Johnny ile olan yakınlaşmaları sonucunda bir uzlaşıya varır ve işten ayrılma kararı verdiğini bildirmek üzere, evden ayrılır. Jeremy ise, daha önce evdeki insanların onu püskürtmesiyle çoktan gitmiştir. Sophie’nin Louise ve Johnny’nin yeniden yakınlaştığını görmesi üzerine, zaten anlamsız bulduğu hayatının artık tutunacak hiçbir dala sahip olmadığını farketmesi üzerine evi terk eder. En son Johnny Louise’i beklemek yerine yeniden ceketini alır ve çıkar gider. Tıpkı bundan önce yaptığı ve bundan sonra da yapmaya devam edeceği gibi.

Multidisipliner bir yaklaşımla sürdürdüğüm hayatımda,matematik öğretmenliği, ses-görüntü kurguculuğu, metin yazarlığı, film eleştirmenliği, yapıyorum. Sinema ve psikoloji üzerine lisans eğitimlerim devam ederken, çocuklarla çalışmayı ve onlar için hem eğitim, hem görsel-işitsel alanda faydalı olmaya çalışıyorum.

Yazarın Profili
İlginizi Çekebilir

Bültenimize Katılın

Hemen ücretsiz mail bültenine katılın ve yeni güncellemelerden haberdar olan ilk kişi olun.