Bu anlatıya ölüm ve intiharı güzelleyici yaklaşımlarımla girmek ne derece sağlıklı bir portre çizecek bilmiyorum, ancak kanaat getirdiğim sonuç; intiharın, özgür irade sahibi insanın hayatta verebileceği sayılı “gerçek” kararlardan biri olma vasfıyla özgür iradesini kanıtlayabilecek yegane eylem olduğu yönünde. Yaşıyor olma hali, özünde bakıldığında ekseriyetin kabul ettiği şekliyle değiştirilemez bir sabit olmanın çok uzağında, yürünen yolun belki de her adımında tekrar tekrar akıbetine karar verilmesi gereken bir değişken.
Bu noktada, Søren Kierkegaard’ın varoluşsal felsefesi incelenecek olursa intiharın varoluşsal bir umutsuzluğun dışavurumu olduğu sonucuna yönlendirilmek mümkün. Kierkegaard’a göre bireyin umutsuzluğu, kendi varoluşsal anlamını bulamaması ve ‘Tanrı’ ile olan ilişkisini tam olarak kuramamasından kaynaklanır. Birey üç yaşam aşamasından geçer: estetik varoluş, etik varoluş ve dini varoluş aşamaları. Estetik aşama, bireyin haz ve anlık zevkler peşinde koştuğu bir dönemdir. Bu dönemdeki birey, yüzeysel yaşamında anlam bulamaz ve umutsuzluğa kapılabilir. İntiharın da aslında tam olarak bu umutsuzluğun bir sonucu olduğu tezinde bulunur Kierkegaard. Etik aşama ise bireyin ahlaki değerlere ve sorumluluklara bağlı olduğu, yaşamına bir düzen ve anlam kazandırdığı dönemdir. En nihayetinde dini aşama, bireyin Tanrı ile derin bir ilişki kurarak, varoluşsal kaygılarının üstesinden geldiği aşamadır.
Kierkegaard, intiharı, bireyin estetik aşamada sıkışıp kaldığı ve umutsuzluk içinde kaybolduğu bir durumda, kaçış yolu olarak görür. Ona göre gerçek özgürlük ve anlam, ancak dini aşamaya geçişle ve Tanrı ile kurulan samimi bir ilişkiyle mümkündür. Bu nedenle, intihar bir özgür irade eylemi olarak görülebilir, ancak Kierkegaard’ın perspektifinden, bu eylem gerçek anlamda özgürlüğe ve anlama ulaşmanın bir yolu değildir.
Bu görüşler ve kategoriler ile pekiştirilmiş aşamalar silsilesi ilk bakışta sistematik ve tutarlı bir tez gibi görünse de pek çok yanıyla eleştiriye oldukça açık. Fikrimce, Kierkegaard’ın yalnızca estetik aşamanın bir sonucu olarak gerçekleşebileceğini öngördüğü intihar çeşidi, genel çerçevede ele alınabilecek ölüm arzusunun büyük ölçüde indirgenmiş bir alt türünden başka bir şey değil. Kierkegaard her ne kadar bu rotayı intihar noktasına çıkan tek çizgi gibi lanse ettiyse de, insan zihninin belli başlı örüntülerden yola çıkarak kapıldığı sayısız farklı yoğunlukta ve şiddette düşünce seli, her üç aşamada da aslında aynı varış noktasına ulaşmaya elverişli bir ortam hazırlıyor.
Estetik aşama içerisinde varılan ölüm arzusu tabii ki intihar düşüncelerinin en ‘basit’ ve tabiri caizse en ‘sokak’ hali olacaktır; yeterli miktarda öfke ve elem ile hemen hemen her dayanma seviyesinden herkesin kolayca talep edebileceği bir son. Bu hususta Kierkegaard’ın yaklaşımında bir sorun görmüyorum, ancak etik ve hatta dini varoluşsal aşamalara ulaşmış bireylerin -çünkü Kierkegaard’a göre etik aşama, dini aşamanın bir ön koşuludur- intihar düşüncelerinden muaf olması gerekliliği yönündeki betimlemeleri fazla cüretkar buluyorum.
Kierkegaard’ın etik aşamasında bireyin intihar düşüncelerinden tamamen uzaklaşması öngörüsü, insan doğasının karmaşıklığını ve derinliğini yeterince dikkate almamak anlamına gelir. Etik aşamada birey, ahlaki sorumluluklarını ve toplumsal yükümlülüklerini yerine getirmeye çalışırken pek tabii zaman zaman döngüsel içsel çatışmalar yaşayabilir. Bu çatışma, bireyin kendi ahlaki ideallerine ulaşamaması veya sürekli olarak bu ideallerin altında ezilmesi suretinde ortaya çıkabilir ve ‘kendi kendini gerçekleştirememe’ hissi ile beraber bir girdap etkisi yaratabilir. Örneğin, etik aşamada birey, ahlaki olarak ‘doğru’ olanı yapma çabası içinde, kişisel arzuları ve toplumsal beklentiler arasında sıkışabilir, özellikle de objektif bir ahlak yasası söz konusu değilse. Kendi ahlaki standartlarına ulaşamama duygusu, derin bir yetersizlik ve suçluluk hissi doğurabilir. Bu raddeye gelen bireyin devamlı şekilde kendini yargılaması ve kendinden şüphe ederek içsel bir umutsuzluk içinde boğulması da şok edici olmayacaktır. Bu durumda, intihar düşünceleri, bireyin yaşadığı içsel karmaşanın ve kendini gerçekleştirme sürecinde karşılaştığı zorlukların bir sonucu olarak ortaya çıkabilir.
Benzer şekilde, dini aşamada da bireyin intihar düşüncelerinden tamamen muaf olması beklenemez. Dini aşama, bireyin Tanrı ile derin bir ilişki kurarak varoluşsal kaygılarının üstesinden gelmeye çalıştığı bir dönem olarak nitelendirilse de bu aşamada bile, bireyin Tanrı ile olan ilişkisi her zaman sabit, stabil ve hatta güçlü olmayabilir. Düz bir rotada ilerleyen inanç çizgisi konsepti zaten doğası gereği pek de gerçekçi gelmiyor bana. Yer yer inançta (iç ve dış çemberlerinde farklı yollarla vuku bulacak şekilde) gel gitler ve zayıflıklar, inancın bir ‘bilgi’ niteliğinde olmaması dolayısıyla ortaya çıkar. Bunun haricinde, birey inancının zirve noktalarında dahi Tanrı ile olan ilişkisinde derin bir boşluk, öfke, dargınlık hissedebilir: Tanrı’nın iradesini tam olarak anlayamama veya Tanrı’nın sessizliği karşısında derin bir yalnızlık hissi gibi. Bu durum, bireyin varoluşsal anlam arayışında yeni bir umutsuzluk kaynağı olabilir. Birey, Tanrı’nın varlığına dair şüpheler yaşadığında veya dini inancının temelinde sarsıntılar olduğunda, bu varoluşsal krizin intihar düşüncesine, hiç olmazsa arzusuna dönüşmesi de muhtemel. Dini aşamada bile, bireyin kendi varoluşsal kaygılarıyla ve inancının zayıflıklarıyla, hatta belki güçlü bir inanç portresinde bile Tanrı ile yaşadığı anlaşmazlıklar ile mücadele ederken intihar düşüncelerine kapılması mümkün.
Demem o ki, Kierkegaard’ın intiharı yalnızca estetik aşamaya özgü bir durum olarak görmesi, insan zihninin ve ruhunun karmaşıklığını yeterince yansıtmıyor. Varoluşsal (ve haliyle düşünsel) yolculuğunda insan, her aşamada farklı içsel çatışmalar ve umutsuzluklarla karşılaşabilir: intiharı yalnızca estetik aşamaya indirgemek, etik ve dini aşamalarda yaşanabilecek derin varoluşsal krizleri göz ardı etmekten başka bir şey değil. Etik aşamada birey ahlaki ideallere ulaşamamanın getirdiği derin yetersizlik hissiyle mücadele ederken, dini aşamada Tanrı ile olan ilişkide yaşanan zayıflıklar ve yalnızlık duygusu bireyi umutsuzluğa sürükleyebilir. Dolayısıyla, bence Kierkegaard’ın aşamalar teorisi, insanın varoluşsal mücadelesini tam olarak anlayabilmek için daha geniş ve kapsamlı bir perspektife ihtiyaç duyuyor.