Spoiler Uyarısı!
Bu kez sinema tarihinin en rahatsız edici yemek sofralarından birine oturacağız.
Dogma 95 denince akla Lars Von Trier gelir, fakat bu akımın ilk filmi olan Festen(Şölen), Vinterberg imzası taşır. Dilerseniz önce Dogma 95 nedir, bir bakalım:
Dogma 95 Nedir?
Auteur sinemaya bir karşı duruş olarak çıkmış ve akıma göre film çeken yönetmenlerin 10 maddeli manifestoya uyup, bir de üzerine yemin ettikleri akımdır.
Lars von Trier ve Thomas Vinterberg öncülüğünde Kopenhag’da yazılmıştır.
Manifesto şöyledir:
- Çekimler stüdyo dışında yapılmalıdır. Sahne donanımı ve setler içeri taşınmamalıdır. (Hikaye özel bir sahne donanımı gerektiriyorsa, stüdyo dışında bu donanıma uygun bir mekan seçilmelidir.)
- Ses, kesinlikle görüntülerden ayrı olarak üretilmemelidir. (Sahne içinde üretiliyor olmadığı sürece müzik kullanılmamalıdır.)
- Kamera, elde taşınıyor olmalıdır. Elde taşınan kamera ile elde edilecek hareketlilik ya da hareketsizlikler serbesttir. (Film, kameranın durduğu yerde çekilmemeli, kameraman filmin olduğu yerde olmalıdır.)
- Film, renkli olmalıdır. Özel ışıklandırma kullanılamaz. (Eğer çekilecek olan sahnede filmin pozlandırması için çok az bir ışık söz konusuysa, sahne kesilmeli ya da tek bir lamba kameraya iliştirilmelidir.)
- Optik numaralar ve filtreler kesinlikle yasaktır.
- Film, gelişigüzel aksiyon içermemelidir. (Öldürme, silahlar, vs. bulunmamalıdır.)
- Zamansal ve coğrafi yabancılaştırmalar yasaktır. (Kısaca film, şimdi ve burada geçmelidir.)
- Tür filmleri kabul edilemez.
- Film formatı 35mm (Academy standart) olmalıdır.
- Yönetmen, jenerikte belirtilmemelidir.
“Ayrıca bir yönetmen olarak kişisel beğenilerimden uzak duracağıma söz veriyorum! ben artık bir sanatçı değilim. anın bütünden daha önemli olduğunu düşündüğüm için, bir sanat eseri yaratmaktan sakınacağıma söz veriyorum. amacım, karakterlerimin ve mekanlarımın içindeki gerçeği ortaya çıkarmaktır. bunu tüm kişisel zevklerim ve kaygılarım pahasına yapmaya çalışacağıma söz veriyorum. böylece iffet yeminimi ediyorum.”
Festen
Üst kesim bir İskandinav ailesinin bir akşam yemeği ne kadar kaotik olabilir? Tüm dünya sosyolojik travmaları, toplumun en küçük birimi olan ailenin iç politikalarındaki sorunları görmek için gözünü Ortadoğu ülkelerine çevirirken Kuzey ülkelerini unuturuz. Çoğu yönden diğer ülkelere göre daha gelişmiş olan İskandinav-Kuzey ülkelerinin aile içi şiddet, anormal aile ilişkilerini normalleştirme, depresyon, ve intihar vakalarının yüksek oranı gibi sorunlarını bu gibi filmlerle hatırlarız.
Seçkin bir aile babası olan Helge, 60. Doğum günü partisini kutlamak üzere ailesini ve tanıdığı herkesi evinde düzenleyeceği yemek organizasyonuna davet eder. Yemek, olaysız ve ilerleyen dakikalarda bizi şok eden gerçeklerden uzak, sakin başlar. Doğum günü kutlanan Helge için herkes bir şey söylerken söz sırası Helge’nin en büyük oğlu Christian’a gelir. Birden babasının onu ve ölen ikiz kardeşi Linda’ya çocukluğunda taciz ettiğini söyler. Ancak masadaki neşe, bu sözlerin üzerine yerini şaşkınlığa kısa süreli bırakır, ardından misafirler sanki böyle bir şey hiç yaşanmamış gibi geceye kaldıkları yerden devam etmekte bir sorun görmezler. Kardeşlerini susturmak ve geceyi mahvetmemek isteyen aile üyeleri ellerinden geleni yapar.
Filmde Christian dışında diğer kardeşleri, Helene ve Micheal’i görürüz. Helene, ailesinin boyunduruğu altında olmak istemeyip ömrünü dışarda geçiren çocuktur. Kurallara uymayı reddeden, sosyalist bir karakterdir. Micheal, evli ama karısını aldatan, ona fiziksel şiddet uygulayan, kız kardeşine abartılı-taciz boyutunda tepkiler veren, ırkçı özelliklere sahip bir karakterdir. Christian ise çocukluğundan itibaren kendine hayali bir karakter yaratan, halüsinasyonlar gören ve uzun yıllar psikolojik destek almış, uyuşturucu bağımlısı bir karakterdir, yıllar içinde pasif-agresif bir yapıya bürünen Christian, yemek masasında yaptığı açıklama, filmin başlarında babasıyla uyum içindeki diyaloglarına karşın, izleyenlere soğuk duş aldırır niteliktedir. Bir de ailenin yanında kalmaya devam ederken intihar eden Linda vardır. Onunla ilgili detayları ise filmin ikinci yarısında Helene’nin bulduğu, Linda’nın ölmeden önce yazdığı bir mektupla öğreniriz.
Anne ve babayı inceleyecek olursak, Helge soylu bir aileden gelen zengin biridir. Evin sahibi ve evin içinde yaşayan(ailesi, çalışan hizmetliler) herkesin de sahibi konumundadır. Yemek saatleri, eşinin ve çocuklarının tutum davranışları, söyleyeceği ve duyacağı her şeyle birlikte sanki önceden planlanmış bir düzenin kurucusu niteliğindedir. Misafirler, Helge’yi evin içinde olduğu kişiden bağımsız, saygın bir aile babası olarak bilir. Anne ise aile içinde pasifize olmuş, kocasının bir dediğini iki etmeyen, onu memnun etmek şöyle dursun, bir de çocukları pahasına yaptıklarına gözlerini kapamış biridir.
Evde çalışanlar, yıllardır onlarla birlikte yaşadığı için olup bitenden haberdardır ve geceye darbesini indiren Christian’ı destekleyici bir tavır takınmaktadırlar. Kendi ailesi bile Christian’ı susturmakla uğraşırken bir noktaya kadar, onlar Christian’ın masum olduğuna inanır ve filmin ilerleyen dakikalarında yapması gerekeni yaparlar. Bu yardıma Helene’nin siyahi erkek arkadaşı da katılır. Anlaşılacağı üzere, üst kesimin zorbalıklarına, pis işlerine masada oturan, toplumdan dışlanmış, hor görülmüş herkesle birlikte bir direniş söz konusudur.
Linda’nın geride bıraktığı mektupla bütün gerçeği öğrenen diğer kardeş Helene, mektubu herkese okur ve Christian’ın haklı olduğunu söyler. O ana kadar babasının şerefini korumaya çalışan bu uğurda kardeşini ormana götürüp bağlayan Micheal, en agresif karakterimiz olarak, babasına, kardeşine yapılanın aynısını yaparak biz seyircilere katarsisimizi yaşatmayı ihmal etmez. Vinterberg ve Trier sinemasında bu katarsisleri sıkça gözlemleriz. Erdem nedir, insanlar hangi noktaya kadar erdemlidir gibi sorularla bizi baş başa bırakadursun bu gibi filmler, perde kapandıktan sonra da sorgulamalarımızı yapmaya devam ederiz.
Freud’un Bakışıyla
Karakterlerin psikolojik bir inceleme yapacak olursak, Freud’un Psikanalitik Kuramı’ndan id-ego-süperego ilişkiyle başlayabiliriz. İd, bizim sağ duyusuz, tamamen hazza dayalı yanımızdır. Bunu filmde en çok öfke problemleri yaşayan Micheal ile görürüz. Ego ise idimizi bastırma görevi gören, akla yatkın, durumu kurtarmaya yönelik bir işleyişe sahip olan yanımızdır. Davetlilerin duydukları karşısında vurdumduymaz tavırları, babanın suçlamalara karşı takındığı lakayıt halleri, bütün bunlar egonun inkar mekanizmasını harekete geçirerek oluşturduğu tepkilerdir. Süperego üst-ahlak olarak bilinir, filmde buna dair rastlayabileceğimiz tek karakter Helene’dir. Ailesine aykırı tutum ve davranışlarına karşın, dünyayla ilgili sorumluluklarını, ahlaki değerleri en sağlam olandır. Irkçı bir aile yapısından gelmesine rağmen siyahi erkek arkadaşını yemeğe getirebilmiştir.
Bastırma diye adlandırdığımız bir diğer savunma mekanizmasını da anne karakterinde gözlemleriz. Her şeyi bilmesine rağmen hayat boyu ettiği suskunluk yemini, psikolojisini korumak ve hayatına devam etmek üzere geliştirdiği bir yöntemdir. Bilerek altından kalkamayacağımızı düşündüğümüz şeylerin üstesinden; unutarak, bilinç dışına iterek geliriz. Annenin yaptığı da budur ve Christian’ın öfkesi bu sebeple sadece babaya değildir. Yer-yön değiştirme mekanizmasını da Micheal ile görürüz. Oklar kişinin üstüne yöneltildiğinde ve tepki gösterecek cesaretimiz yoksa biz de o oku alır başkasına saplamaya çalışırız. Micheal babasından saygı göremedikçe, o saygıyı görmek için ailesine otorite kurmaya çalışır. Helene’nin siyahi erkek arkadaşına da aşağılayıcı, ırkçı tutumlar içinde olması buna bir örnektir.
Özetle, aile, altından da olsa bir kafesse eğer, ve biz o kafesten kaçamıyorsak, bir zindandan farkı yoktur. Bu filmde de gördüğümüz gibi yüksek sınıf mensubu İskandinav bir aile bile olsa bu aile, bireyi olan herkesi etkisinde bırakır yarattığı travmalarla.
Filmin çok sevdiğim bir afişinin vermek istediği mesajla bitirmek istiyorum yazımı. Aile, lezzetli bir akşam yemeği de olabilir, güzel görünse bile kursağımızda da kalabilir. Lezzetli bir yemekten bir lokma aldığınızda, bu tadı herkese anlatmak ve ününü yaymak istersiniz. Ebeveynler unutmamalıdır ki çocuklar bu yemeği yerken kullandığınız çatalın ucundaki lokmadır. Lokmalarınıza zehir katmayın, lezzet katın.