Tepenin Ardı filmi (Emin Alper, 2012) sosyal psikoloji alanında pek çok başlığa sahip bir filmdir. Bu yazıda yer alan film, sosyal psikolojide “Kendini Gerçekleştiren Kehanet” ve “Kendini Gerekçelendirme” kavramları üzerinden incelenmiştir. Film, babasından kalan toprakları korumayı kendine görev edinen başkarakterimiz Faik’in oğulları ve torunlarıyla hava değişikliği olsun diye köyde yaşamasını ve sonrasında ailenin yaşadığı trajediler silsilesini konu almaktadır.
Kendini Gerekçelendirme
Bu kavramı tanımlamadan önce ilgili bazı kavramların açıklamalarına göz atmalıyız. Bunlardan birisi ise “Benlik Saygısı Yaklaşımı”dır. Bu yaklaşıma göre kişinin yaptığı, düşündüğü veya inandığı her şeyin sonunda kendini iyi hissetme ihtiyacı olduğu savunulur. Filmde gördüğümüz erkek topluluğunun her üyesi, gerek bir açıklama olarak gerekse de bu ihtiyacın bir sonucu olarak yaptığının ağırlığını hissetmemek için yaptığı şeyden dolayı kendini iyi hissetme ihtiyacıyla -yaptığı şey ne olursa olsun- suçu başkasına yükleme davranışının bir temsilidir. Kendini haklı çıkarma kavramının doğası “Benlik Saygısı”dır çünkü eğer bir kişi yaptığı şey için kendini haklı çıkarmak istiyorsa bunu sadece kendini iyi, masum ve dürüst hissetmek için yapar. İnsan eylemleri, harekete geçmeden önce veya sonra her zaman mazeret bulma savunmasını kullanır. Böylece dünyada yanlış ve doğru, günah ve iyilik bir arada yaşar. Bu nedenle Faik, yörüklerden birinin sığırını sırf kendi topraklarına girdiler diye alıkoyar ve oğlu ve torunları onu ziyarete geldiğinde adeta bir karşılık olsun diye bir ziyafet düzenler. Açıklamalarından en dikkat çekici olanı ise Faik’in cumhuriyet kurulmadan önce bu dağlarda kalıp büyükbaş hayvanlarımızı otlattığımızı söylemesidir. “Osmanlı yıkılalı uzun yıllar oldu. Cumhuriyetin kuruluşundan bu yana bu arazi benim tapumdur, buradan geçemezler.” Oğlu ona şikayet etmesini söyleyince, sürekli şikayette bulunduğunu ancak bu eşkıyalarla baş edemediklerini belirterek kendi adaletini tayin etmesinin gerekçesi olarak da sığırlarının kaçırılmasıyla ifade eder. Faik’in yaptığı aslında hırsızlıktır ve adeta zorunlu bir eylem haline gelmiştir. Filmde sadece Faik değil herkes kötü şeyler yapmıştı. Öncelikle Faik’in yanında çalışan Mehmet fidanları kesmiş ve bunu Faik’in kendisine olan küçümsemesini kendi kendine gerekçelendirmiş ancak bunu açıkça itiraf etmek yerine yaptığı hareketin sonucunda kendini suçlu hissetmemek ve kendini kötü hissetmemek için Faik’i suçlamıştır. Göçebeleri dövmesine izin verilmesi de buna örnek olarak verilebilir. Daha sonra Faik’in torunu Caner; bir diğer örnek ise Mehmet’in oğlu Sülü’nün dedesine köpeğini tüfekle öldürmesini söylememesi ve yine Faik’in Yörükler’i suçlamasına izin vermesidir. Sülü bunu bilse de filmde toplumdaki sessiz vatandaşları temsil ederek iç işlere fazla karışmamak, özerkliğini korumak veya toplumu kaosa sürüklemek adına susmayı tercih etmesi çok anlamlı bir detay. Daha sonra Faik’in oğlu Nusret, Mehmet’in eşi Meryem’e tecavüz etmeye kalkar ve bunu gören Meryem oğlu Sülü, Nusret’i bacağından vurmuş bunun sonucunda Sülü bunu da saklar, üstüne üstlük yine suçu yörüklere atar. Filmde eril toplumun yaptığı her şeyde ortak bir düşman yaratma ve kendini temizleme, kendini iyi hissetme, pisliğe bulaşmama isteğinden geliyor. Filmin başında masum olan ve Faik’in Yörükler’e olan öfkesini anlamsız bulan seyirci, zamanla zaten var olan düşmana yaptıklarından dolayı minnettar olmaya başladı.
Kendi Kendini Doğrulayan Kehanet
Bütün bu olaylar yaşanırken Nusret’in diğer oğlu Zafer ise zorlu askerlik döneminin bir sonucu olarak sanrılarıyla boğuşmaktadır. Zafer karakterlerin en masumudur. Herkes birbirini baltalamakla meşgulken o kendi halüsinasyonlarıyla uğraşmaktadır.
Dağlardaki çatışmalarda pek çok asker arkadaşını kaybeden Zafer, askerliği bittikten sonra onların hayalleriyle yaşar. Her ne kadar başkalarının tartışmalarına ve olaylarına karışmasa da iç çatışmalar Zafer’in sonunu getirecektir. Yine bir halüsinasyon durumunda asker arkadaşının keçi derisiyle kamufle edilerek oradan geçen sürüye dahil edilmeyi istemesi en büyük trajedinin temelini oluşturur. Faik ve diğerleri, tüm bu kötü olayların sebebini göçebeler olarak gördükleri için sürülerindeki 5-6 koyunu silahlarla öldürüp göçebelerin karşılık vermesini pusuda beklemeye başlarlar. Bu olayların ardından Zafer, Faik’in sürülerinden birine keçi derisiyle katılır ve Faik’in saldırısına karşılık Yörükler tarafından öldürülür. Bu noktada Faik ve diğerlerinin yaptıkları her şeye bahane olarak sundukları yörüklerin aslında gerçekten kötü olmaları bize “Kendini Gerçekleştiren Kehanet” kavramını hatırlatmaktadır.
Ve bir kehanet daha gerçekleşir. İşlenen tüm günahların hiçbir delili olmadan gerekçesi gösterilen Yörükler, onlara kötü olduklarını kanıtladı. Bu nedenle hep birlikte tepenin arkasına geçmek ve tüm bunların sorumlusu olan göçebeleri katletmek için dağa tırmanmaya başladılar. Film bizlere Türk siyasetine dair oldukça fazla metaforik mesaj vermektedir. Her şeyden önce dağın ardındakilere yönelik bu öfke bize Türkiye’deki Kürt-Türk çatışmasını hatırlatıyor.
Politikacıların yaptığı hataları ve siyasi oyunların kötü sonuçlarını bu soruna indirgeyerek kendilerini haklı çıkarma çabaları filmde iyi algılanıyor. Bu hikayede kötülerden, kötü olduğunu kendine itiraf edemeyip düşman edinenlerden, masumlardan ve hayatı boşa giden binlerce insandan bahsedilmektedir. İnsanların kendilerini iyi hissetme ihtiyaçları ve bu ihtiyacı karşılamak için gösterdikleri kendilerini haklı çıkarma çabaları da toplumda yıllardır devam eden trajik ve yıkıcı sonuçlara neden olmaktadır. Bu ihtiyaçların ve savunma mekanizmalarının varlığı normal olsa da yukarıda da belirttiğim gibi bulanık bir çizgiyle iyiyi ve kötüyü bir arada yaşamaya itiyor. Bunun sonucunda dünyada insanlar var olduğu sürece yapılan her kötülüğün bir nedeni olacak ve bu nedenler birçok masum insanı öldürmeye devam edecektir.